Bu yazının muradı, “çocuk” imgemizden yola çıkarak “çocuk” kavramını felsefi iletişim yöntemiyle sorunsallaştırmak.
Çocuklar! Türümüz; kitaplar, reklamlar, vaazlar dolayımıyla son yüzyıldır hiç olmadığı kadar çocuk diyor. Çocukluk hep vardı ama “çocuk” günümüz icatlarından. Endüstri çağında anlam evrenimize dahil olmuş türümüz için görece yeni bir kavram. Ne ne olduğu ne yeri ne de anlamı duru. Koyu bir sis bulutu içinde, çocuğa dair sözler havada uçuşuyor. Kapan kapana. Körlerin fil tarifi gibi kim neresinden tutarsa orası üzerinden tanım yapmak, anlamak eğilimindeyiz. Çocuğa dair kavrayışların atomize olmuş oldukça çarpıcı birkaç örneği paylaşmak, düşünmemize irrite edici kimi kapılar açarak derinleşmek imkanı verebilir:
Yeni kölelerimiz çocuklarımız.
Çocuklarınız yeni tanrılarınız, tapının!
Çocuklar, yarınlarımız, geleceğimiz.
Bu sözlerin her biri, hem çağımıza hem de türümüzün tarihine içkin anlamlarla yüklü. Bir kavramı bu yükler(in)den arındırarak anlamak, hiç kuşkusuz anlamlı değil ama bu yükleri görünür kılmak, anlamak ihtiyacında olduğumuz kavramı durulaştırmak için de eskilerin deyimiyle elzem.
İnsan yavrusu, erken doğum komplikasyonlarından muzdarip. İnsan türünün ayağa kalkma sürecinde 24 aydan 9 aya düşen hamilelik süreci, henüz hazır olmayan yavrunun ışıkla tanışmasına neden olur. 36,5 derecelik bir evrenden 18-20 derece doğar. Göbek bağı kesilir. Anne dolayımıyla güvenli bir ortamda yaşarken, ondan koparılır. Doğum, insanın en büyük travmasıdır. Bu yüzden insan, trajik bir varlıktır çünkü doğasını kaybetmiştir. Henüz hazır olmadan ana rahminden doğanın rahmine doğmak, insanın türsel anlamda öğrenme yolculuğunda miltaşı denebilecek bir kırılmadır. O nedenle insan yavrusunun doğada yani yaşamda, kültürel bir habitatta varoluş oryantasyonu uzun ve meşakkatli bir süreç olagelmiştir.
Hadi bir ilke olarak belleğimize de içkin sözlüklere bakarak sürdürülelim çocuğa dair soruşturmamızı.
Türkçede çocuk “domuz yavrusu, her şeyin küçüğü"; çocuk/çoçka "domuz yavrusu"; Arapçada wld kökünden gelen walad ولد "çocuk" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça walada "doğurdu" fiilinden türer; Eski İngilizcede cild "fetüs, bebek, doğmamış veya yeni doğmuş kişi"; cildhama “rahim”, her zaman anneyle ilişkilendirilerek “rahmin meyvesi” anlamındadır. İngilizcede çocuk istismarı (child abuse) 1963; çocuk tacizcisi (child-molester) 1950; çocuk bakımı (child care) 1915; çocuk oyunu, çocuk oyunu (child's play), kolay bir şeyin mecazı anlamında geç 14. yüzyılda şair İngilizcenin büyük şairlerinden Geoffrey Chaucer’de rastlanır.
Üç dilin içinde Türkçe kavrayış, çocuğu rahimden bağımsız, onun ölçüsüne odaklanan ya da ölçüsü gören bir kavrama şekline sahip. Ölçüsü, onun üzerinde hem ‘tahakküm hakkı’nın hem de sorumluluk bilincinin kaynağıdır.
Felsefi iletişim, her kavramın anlamının duygu, deneyim, inanç ve bilginin birbirine katışmasıyla oluştuğunu ileri sürer. Çocuk kavramının anlamsal izdüşümleri, duygu, deneyim, inanç ve bilgiden oluşur. Bunların birleşmesinin kişinin ve/ya toplumun anlam dünyasındaki izdüşümü imgedir. Kişi ya da toplum, o imge dolayımıyla kavramı yaşar. Çocuğa dair imgemiz nedir?
Katılımcılarının ağırlıklı olarak eğitimci, öğretme, anne-baba olan “çocuk” kavramını soruşturan onlarca felsefe atöleysinde çocuğu ne ile imgelediklerini ya da bilinçlerinde ne ile temsil ettiklerini sorulduğunda sıkça tekrar eden yanıtlardan birkaç örnek: melek, balon, bulut kümesi, hamur, bebek, oyuncak, park, ağaç, yavru kedi, boş kağıt (tabula rasa), fidan vb.
“Verilen yanıtların ortak özellikleri nedir?” diye soruşturduğumuzda kırılgan, eğilip bükülebilir, saflık, katışıksızlık, eğlence, harici güce ya müdahaleye muhtaçlık gibi anlamlara ulaşırız. Bunlar, mevcut çocuk algılarının oluşturduğu kompozisyonu imler. Peki bu kompozisyon ne anlama gelir? Bize ne söylemekte? Bu algının dinamikleri nelerdir? Söz konusu kompozisyonun fonu nedir ve neler yer almaktadır bu fonda?
Çocuk, devletin ideolojik endoktrinasyonunun nesnesi olarak öğrenci ve/ya yurttaş statüsünde kurulur ya da yaratılır.
Çocuk, dine de içkin olan toplumun ‘kendi kültürü’nü aktardığı gelenek taşıyıcısı denebilecek bir tür sigorta enstrümanıdır.
Çocuk, kapitalist ekonomi-politikçe zırlama ekonomisi dolayımıyla da tahrik edilen müşteridir.
Bu üç bakışta dile gelen anlayışlar, çocuk özelinde kesişir, ittifak içinde hareket eder, zaman zaman da çatışır. Fakat radikal anlamda birleştikleri nokta, çocuğun indirgenerek araçsallaştırılmasıdır. Çocuk, özne değil nesnedir; o nedenle de iradi bir varlık olarak görülmez; bu bakış, çocuk adına yapılanları da meşrulaştırır.
Bu üç bakış, adına çocuk dediğimiz varlığı ya da özneyi “aile” dolayımıyla kurar. Devletin, toplumun, dinlerin ve ekonominin koro halinde methiyeler düzüp güzellemeler yaptığı aile kurumu, geniş anlamda iktidarın bir tür aracı ya da maşası ile hedefi imha ederek kurar, en hafif deyimle yapılandırır. Üçlü kıskaç altındaki ailenin rızası Hayatın olağan akışı içinde kolayca üretilir. Hatta hayatın normuna dönüşen bu ‘bakış’ı giyinmeyen, bir tür troyka olan bu üçlünün retorikleriyle yunmayan hiç şüphesiz ‘kirli’dir ve toplumca itilir. Pek çok aileden ya da anneden “Ben de biliyorum, ben de farkındayım ama ne yapabilirim?” cümlelerini duyarız. Kişi, bir araya gelerek masif bir yapı kazanmış bu troyka (devlet, toplum, ekonomi) karşısında ne yapabilir ki!
Düşünmemizi, olgunun bir başka boyutunu serimleyerek sürdürelim. Şimdi olana bakıp çocuk kavramını “bilgisel” olarak analiz eden, ona anlama kaygısıyla yaklaşan kavrayış biçimlerinin literatüründe ne anlama geldiğine bakalım:
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’unca 20 Kasım 1989 ilan edilen ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesi,Türkiye dahil 196 ülke tarafından kabul edilir. Bu sözleşmenin ilk maddesinde dile gelen çocuk tanımı:
Bu Sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.
Pozitif hukuk nezdinde 18 yaşına gelinceye değin herkes çocuktur; o nedenle velisinin izni olmaksızın para kazansa bile banka hesabı açtıramaz, seyahat edemez.
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre 15-24 yaş arası genç işçidir. ILO’ya göre 18 yaşın altındaki çocukların yaptıkları işler; eğitimlerini, fiziksel gelişimlerini tehlikeye sokmuyorsa “çocuk çalışması”, değilse “çocuk işçiliği”olarak değerlendirilir.
Gelişim psikolojisi açısından çocuk, bebeklik ile ergenlik arasındaki insandır.
İslam teolojisine göre çocukluk, buluğ çağına kadar sürer; o nedenle regl olan kız çocuklarının evlendirilebileceğine dair fetvalara sıklıkla rastlarız.
Peki, bahsettiğimiz bu farklı disiplinlerin perspektifinden baktığımızda çocuğu nasıl anlayabiliriz?
Göreli anlamda biyolojik, zihinsel, sosyal, duygusal, fizyolojik olgunluğa erişmemiş insanlara çocuk, erişenlere ise erişkin deriz. Peki çocuğu tanımlarken limiti nereden alacağız. Tanım yapmak, sınırlar çizmektir; olgu, bu sınırların kolayca çizilemeyeceğini göstermekte. Bunun bilinci çocuk kavramını inceleme konusu yapanları bir tür epokhe yani apaçık olmayan durumlarla ilgili yargıyı askıya almaya, bir diğer deyişle yargıda bulunmaktan kaçınmaya çağırır ki bu da az değildir. Aynı zamanda karşılaştığımız her türden yargının bir tür indirgemeci, belli bir boyuta yönelik olduğunu görmek de anlamlıdır. Yargıyı askıya almanın bilinci, bize, çocuğa dair söylenen her ne olursa olsun ona kuşkuyla bakmak sorumluluğu yükler. Bu yazı da bundan ırak değildir, olamaz da; hoş, olmak iddiasında da değildir, ki yine olamayacaktır da. Tanım yaparken çizilen sınırlar elbet birçok yorumu da bu sınırların dışında bırakacaktır. Tanımı gereği bir ‘uzlaşı’ olan ‘tanım’, bu bağlamda kendi içinde çelişen bir yapıya da sahiptir. Bu başka bir yazının konusu olabilir.
Yazar: Metin V. Bayrak
Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!
Bizi takip etmeyi unutmayın: https://medium.com/@opusnoesis
コメント