Yazar: Metin V. Bayrak
Sevginin etlenip estetize edilmesidir bir bakıma Hayat. Hayatın ana taşıyıcısı. Ana direği bir bakıma. İnsana, doğanın içinde, doğanın bir meyvesi olduğunu belki de en çok sevgi anlatır. Sevginin ne denli yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu, her birimiz yalnızca severek anlayabiliriz, o nedenle tıpkı ölüm gibi olduğu söylenebilir: anlaşılmaz, yaşanır; anlaşılmaz, çünkü daha çok hislerle duyumsanır. Sevdiğimiz birini kaybedince kalbimizin sızlaması, eksilmemiz bundandır. Hayatta sevginin yerini tutacak hiçbir şey yoktur. Belki de bunun en güzel örneklerinden birine İmparator Hadrinanus, sevgilisi Antinous’un ölümünden sonra söylediği düşünülen şu sözlerinde görürüz: “İnsan dostluğunun dingin keyifleri benim için yok artık; insanlar beni artık sevemeyecek kadar beğeniyor ve saygı duyuyorlar.”¹
Sevgi iyileştiricidir. Ne sevgiye ne de sevgiliye doyulur. Sevgimizin yöneldiği varlıkla birlikte biz de evren de değişir. Sevmek, bu bakımdan devrimci bir eylemdir. Amor vincit omnia (Aşk (sevgi) her şeye kadirdir.) sözü, bu nedenle bir özdeyişe dönüşür.
Sevgi, hislerle ilgili olduğundan yalnızca insana özgü değildir. Canlılığa içkindir. İnsan, canlı olmaklığının ayırdına severek varır. İnsan olmaklığını ise severek ifa eder. İnsan severek kendi varoluşunu gerçekleştirir. Sevgi, ilişkideki özneleri, varlıkları yeniden yaratır. Sevgiyle dokunulanın bir başka şeye dönüşüvermesinin nedeni bundandır.
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” diyen Wittgenstein, olgunluk döneminde iletişimin birtakım dil oyunlarıyla gerçekleştiğini ifade eder. Değilse, iletişimin, birbirini anlamanın mümkün olmadığını savlar. Kültür alanının içinde varlık bulduğun dil ya da anlam dünyasında bunlar olup biter. Dil, dünyaya, yaşama koşut yeni bir evren yaratır. Dil, insan ile insanda kültürel bir ürün ya da varlık olarak yaşar. Dilin kodları vardır; iletişim kanalları, normları. Dil, doğayla insan arasındaki perde; insan, dil dolayımıyla doğaya temas edebilir. Dolaylı bir temastır, ilişkidir bu. Zihin dünyasında anlamlandırdığı, kavramlaştırdığı kültür, doğayı olduğu gibi görmesine, hissetmesine de manidir. İnsan, canlılığı yanında kültürel bir varlıktır da artık.
Sevgi, kültürel bir varlık olarak insanın kolayca anlamlandırabildiği bir “şey” değildir.
Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Hayali’nin sözleri sevgi bağlamında insan için de geçerlidir. Sevgi, bir duygu olarak da bir değer olarak da düşünülür, yaşanır. Bu anlamıyla yalnızca insanlara özgü olmadığı söylenebilir.
Sevgi, bir olgu. Onu aramak, onun izdüşümlerine bakmak, felsefi iletişim açısından onun ontolojisini yapmak, iz sürmek. Türkçe sözlükte şu şekilde tanımlanır: İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu. Eksik bir tanım. Çünkü insan dışındaki varlıklar da seviyor. Hem bir nesneyi hem de bir canlı varlığı.
Sevgi, bir dokunuş olarak sevginin öznesini de nesnesini de dönüştürücü bir işleve sahip olduğunu söyledik. Sevgi bir ilişki; her ilişkide olduğu gibi işteşlik söz konusu. Sevgi, sevginin taraflarını gerigötürülemez biçimde dönüştürücü bir olgu Sevgi, insan varlığının duygusal ve düşünsel yanlarını birleştiren güç.
Seven, severek kendini de sevdiğini de sevenlerin karşılaştığı yeri haneye dönüştürüp renklendirir. Sevgi, güven yaratır. Sevgi, barıştır. Sevgi, varlığın üzerindeki örtüyü alır. Onun güneşle temasını sağlar. Sevgi, bir tür teslimiyettir. Sevgi, doğanın dilidir. Onu var eden güvendir. Doğaya teslim olmak, yaşamı hissetmek, insanın bir kültür varlığı olmaktan önce doğanın bir parçası, öğesi olarak onda var olan bir “şey”. Sevgi, yaşama arzusunun gürleyip çağlamasıdır. Bir tür taşmadır. Katharikliği bundadır.
Sevgiyi öğreniyor muyuz? Sahi, sevgiyi öğrenmek ne demek? Mademki kültürle harmanlansa da doğal, o halde her birimize içkin. Bu nedenle sevgi, kültürün kendine boyamaya ya da kültürleştirmeye çalıştığı bir varlık olduğu kadar kültür-dışıdır da. Canlılığa içkindir. Kültürle perdelenir. Onun dilini öğrendikçe -ki bu öğrenme insanın güven içinde nefes almasıyla olanaklıdır. Sevginin güvene içkinliği, onu, canlılığa, yaşama bağlar. Bu nedenle barışla ilişki, bir diğer deyişle barışın suyudur.
Sevginin güvenle olan ilişkisi, sevginin doğanın dil oyunları üzerinden canlılığın ruhu olduğu, canlılığın dili olduğu ve içinde su damlası olan her varlığın bu dili anladığı savlanabilir. Yaşamın DNA’sı sevgidir de denebilir. Kavramlarımızın temelinde ona yönelme, onu hissetme vardır. Sevgi, hissin nesnesine yönelmesini, düşünmenin nesnesini var etmesini sağlar.
Sevgi, bir bakış olarak düştüğü, dokunduğu varlığı ve bağlamını dönüştürücü işleve sahiptir. Sevgiye hepimiz sahibiz. Kültür, onu belli formlara sokar. Formlara soktukça da doğaya içkinliği perdelenir. O, özü itibariyle çıplaktır. Çıplaklığı güvene içkinliğindir. Sevgi, nesnesini yaratır. Sevgi üretir. Sevgi, yaşamı var eden o su tanesidir. Halesi içine aldığı bağlamı yaşamın zırhıyla sarıp sarmalar. Yaşamın ana rahmidir. Yaşamı sevgi doğurur. Sevgi, doğanın uyumasında perdesizce görünür hale gelir. Kültürle kasılan, yeni hatlar kazanan yüzümüz, varlığımız kültürün çekildiği anlarda korku, uyku, coşku… görünür hale gelir.
Sevgiyi arar, ona ihtiyaç duyarız. Sevginin ne olduğu, bağlamıyla ele alınabilir. Felsefi iletişim ile sevgiyi bağlamıyla ele alarak yaşamımızın üzerinde varlık kazandığı kurucu kavramları açık ve seçik biçimde yontmak, oynadığımız dil oyunlarını içselleştirmek imkanı veriyor. Bu imkana hayat verdikçe daha çok hissediyor, arzuluyor, seviyor, barış talep ediyor, üreterek, çoğaltarak yaşıyoruz: seviyoruz.
¹ Marguerite Yourcenar, Hadrianus’un Anıları, Çev. Nili Bilkur, Adam Yayınları, 1984, S. 225
Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!
Bizi takip etmeyi unutmayın:
Comments