Yazar: Özlem Marangoz Aydın
Çocuk dedi ki:
“Hani böyle geri dönüşüm kutuları var. Plastik için ayrı, cam için ayrı oluyor. Bana sanki aynı kutuya ait değilmişiz gibi davranıyor. Sanki o cam, ben plastiğim ve beni yanlışlıkla cam kutusuna atmışlar gibi davranıyor, beni sürekli dışarı atmaya çalışıyor.”
Kulağıma çalınan sözler bunlar oldu. Ürperdim. İradem dışında sese doğru yöneldi gözlerim: Henüz yürüme aşamasında bir yaşında ya var ya yok kız kardeşi tarafından annesinin yanından itilen 7 yaşında bir oğlan.
Oğlan, içinde bulunduğu durumu, hislerini o kadar gerçek, net ve derin tarif etti ki içim burkuldu. Hızımı alamayıp henüz bir yaşındaki bebeği “İn çabuk annenin kucağından kardeşin oturacak!” diyerek atmaca gibi kapabilirdim. Yapmadım, yapamazdım. Kamusal bir alandaydık ve toplumsal normlar engeldi. Müdahalem, büyük ihtimalle kıskançlığın pençesinde kıvranan çocuğun kendisinin bile bana çok büyük tepkiler göstermesine sebep olabilirdi.
Günlerdir oğlanın kendisini ifade edişine duyduğum hayranlıkla birlikte içimdeki acı da büyüyor. İki kardeş ve anne için kardeş kıskançlığı kavramı üzerine düşünüyorum. Nedense elimden bir şey gelmiyor. Çaresizliğimle yüzleştiğimde, ‘Dünyanın en kadim sorunlarından birine çözüm bulmak mümkün olsaydı, benden önce birisi mutlaka bulunurdu.’ diyerek, teselli ediyorum kendimi. Aklımda sürekli oğlan, sözleri ve gözleri; annesi ile annesinin kucağındaki minicik kız kardeşi. Düşünüyor, düşünüyor, düşünüyorum. Onlardan habersiz üçü ile de ayrı ayrı konuşuyorum, konuşuyorum, konuşuyorum… Sürekli anlatıyorum ama kendimi bile ikna edemiyorum. Söylediğimde onlar için ne anlama geleceğinden emin olamadığım kelimelerle konuşuyorum varlığımdan bile habersiz üç insanla… Derken sözlerim de anlamları da belirginleşiyor, kendi sesimi duyuyorum:
“Sevgili oğlum, çok haklısın, çok küçüksün. İlgiye ve sevgiye, en çok da annene ihtiyacın var. İçinde taşıdığın duygularla başa çıkmak kolay olsaydı koca koca insanlar kıskançlığın pençesinde binlerce yıldır kıvranmazdı. Üstelik seni ayıplıyorlar değil mi? ‘Ay ne güzel kardeşin olmuş, çok şanslısın artık abi oldun!’ diyorlar. Senin yerini almak için çaba harcayan karındaşına çok iyi davranmanı istiyorlar. Belki sana ‘Abi olmak ister misin?’ diye de sormuşlardır. Belki sen de ‘Evet, kardeşim olmasını çok istiyorum!’ demiş, heyecanla doğmasını beklemişsindir. Kardeşin olunca evde neler değişecek, annen ile babanı paylaşmak nasıl bir duygu bilebilir miydin? Evin, odan, dolabın, oyuncakların ve sevdiğin her şeyi paylaşmanın seni nasıl etkileyeceği konusunda herhangi bir fikrin olabilir miydi? Şimdi duyguların karmakarışık, sanırım daha çok kırgın, kızgın ve öfkelisin. Kırgın, kızgın ve öfkelisin diye etrafın da sana kırgın, kızgın hatta öfkeli bile olabilirler. Neden bu kadar hırçın olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlar. Senin sürekli sorun çıkaran öfkeli halinle başa çıkamıyorlar. Onlar sana kızdıkça sen daha kırgın, kızgın ve öfkeli oluyorsun.”
Devam ediyorum pençeyi yavaş yavaş zorlamaya ....
“Sevgili kızım, canım bebek, evine hoş geldin. Sevgili bebek, çok haklısın, çok küçüksün. İlgiye ve sevgiye, annene, en çok da annene ihtiyacın var. İçinde taşıdığın duyguları henüz tanımıyorsun. Abini, annenin kucağından ittikçe seni çok sevimli buluyorlar, sana gülüyorlar. Sen daha popüler oldukça, daha çok sevildikçe, daha çok kucaklandıkça abin daha kırgın, daha kızgın ve daha öfkeli oluyor. Evde bir tek onun davranışlarından hoşlanmıyorsun, belki “O” sana yaklaşınca ağlıyorsun. Hatta belki de bu şekilde daha çok kucaklandığını, daha çok korunduğunu çoktan keşfettin.”
Belki de bu denklemde canı en çok yanan anneye, kadına, insana dönüyorum sesime sinen mahçupluğumu giyinerek:
“Sevgili insan, sevgili kadın, sevgili anne çok üzgünsün, çok haklısın. Çocuklarının birbirini kıskandığını görmen içini eziyor. Kabul edemiyorsun. Çaresiz hissediyorsun. Kırılganlığın annelikle çarpılıp eziyor seni… Çözüm üretemediğini düşündüğünde omuzların daha da çöküyor. Omuzlarının çöktüğünü önce fark etmiyorsun, eder etmez de içindeki annelik dürtüyor hemen, ‘Kendine gel!’ diyerek. Neden kırgın, kızgın, yalnız, yorgun, çaresiz, hatta öfkeli hissettiğinin farkında mısın? En çok kime, neye kızgınsın? Kendine, eşine, oğluna, kızına, o çok yoğun olan işine, yetmeyen zamanına, hayata? İkinci çocuğu isterken olacaklar, yaşanacaklar üstüne düşünmüş müydün? Hangi çocuğunu daha çok seviyorsun? Sence hangi çocuğunun daha çok ilgiye ihtiyacı var? En çok hangi çocuğunla vakit geçiriyorsun? En çok hangi çocuğunu koruyorsun? Hangi çocuğun daha kıskanç? Ah sevgili anne, çocuklar büyüdükçe büyüyen kıskançlık ve kavgalar ile başa çıkmak için nasıl plan bir yaptın? Tüm olanları ve olacakları göğüslemek ve çözümlemek için yeterince gücün var mı?”
Peki sevgili okur, ya sizler, sizler hiç düşündünüz mü? Düşünmek yanında yaşadınız mı? Sizce nedir kıskançlık? İnsan olup bu duygunun öznesi ya da nesnesi olmayanımız var mı? Olabilir mi? Hadi gelin bir yolculuğuna çıkalım. Düşelim peşine sorunun, açıp bakalım sorunun içine, bakalım bizi hangi yanıtlar bekliyor…
Sevilen kişinin bir başkasını tercih edebileceğinin ve onu daha fazla sevebileceğinin düşünülmesi
Kendisinde olmayan ve başkasında olan bir şeye sahip olma isteği
Diğerlerinin kendisinden üstün olmasına katlanamama
Diğerlerinden üstün olma isteği
Anne, baba gibi figürlerin sahiplenilmesi ve diğer kardeşlerden daha fazla sevilme isteği
Çocuklarımızın kıskançlığı, neden kıskandığını, kıskanınca kendisine ve kardeşine neler olduğunu anlaması ve kardeş kıskançlığını anlamlandırarak yönetebilmesi için felsefi iletişimle neler yapabiliriz? Kıskançlığın çocuklarımızın kardeşlik ilişkisine zarar vermesini felsefe yaparak nasıl önleyebiliriz? Sevgili okur, hadi bunların ışığında sevgili annelerle birlikte felsefece düşünelim, soruların özgürleştirici yolculuğunu minicik de olsa tadalım, ne dersiniz?
Kıskançlığın anlamı nedir?
Bir çocuğun(uzun) diğer çocuğu(nuzu) kıskanması size neler hissettiriyor?
Kıskanmak engellenebilir mi? Engellenmesi nelere neden olabilir? Neden?
Kıskançlığın duygusal anlamda benliğimizdeki izdüşümü nedir?
Kıskançlığa dair tutumumun farkında mıyım? Tutumumda kültürel kodlar ne ölçüde etkili?
Kıskanma duygusunun insanın duygu dünyasındaki işlevine dair hiç düşündünüz mü? Ne olabilir işlevi ve bunun kıskananla ilişkisi nedir?
Kıskançlığın kendini güvende hissetmekle ilişkisine dair neler söyleyebilirsiniz?
Kıskançlık ya da herhangi bir duygu, bizim deneyimlerimizden, inançlarımızdan ve bilgilerimizden ayrı ele alınabilir mi? Nasıl?
Hadi, gelin son sorumuzu soralım… Sorup susalım ama… Cevabımız susmak olsun! Susmak olsun ki düşünelim: Kıskanan Çocuğu Hangi Kutuya Atalım?
Comments