“Bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler”
-Aristoteles
İnsanın, canlılık kategorisine paralel ikinci bir dünya ya da çevre oluşturma süreci, ayağa kalkıp kendine sorduğu “Kimim?” “Nerdeyim?” “Ne yapıyorum?” sorularını sormasıyla başladığı söylenebilir.
İnsan/ın bilinci, bu üç soruya verdiği yanıtlardır bir bakıma; şöyle ki ‘normal’ yani olanın ya da olgunun bilincinde olan kişi, kim olduğunun –pazarcı-, nerede olduğunun –pazarda-, ne yaptığının –domates, biber, patlıcan sattığının– bilincinde olandır. Olgunun psikolojik boyutuysa “gerçeklik algısı” kavramıyla ifade edilir. Yani bir kişi, kim olduğunun, nerede olduğunun, ne yaptığının bilincinde değilse ‘normal’ değildir; İbrahimi dinler açısından cennetlik; hukuksal açıdansa yaptıklarından sorumlu değildir.
İnsanın insanlaşma süreci, şüphesiz tamamlanmış değildir, sürmektedir; bu nedenle belli bir noktası olan yani bitimli bir süreç değildir. Ayağa kalktığı günden bu yana genel anlamda kültür kavramı altında toplayabileceğimiz her şey –bilimler, sanatlar, felsefeler, dinler-, bu üç soruya verilmiş cevaplardır; ve cevaplara her gün yenileri eklenmektedir; uygarlık, cevapların toplamıdır, dünya/mız da, anlam evrenimiz de.
Aristoteles’in yukarıda anılan sözü, bu yazının ana eksenini oluşturmakta. İnsan, kültürel bir canlı olarak ne yaşadığını anlamlandırmak ihtiyacı duyar. Anlamak, onun canlı ve kültürel varlığına karşı sorumluluğudur aynı zamanda. Anlamak ihtiyacı duyan, bilmeyi arzulayan bu varlık kimdir?
“İnsan Nedir?” sorusu, Homo Sapiens Sapiens yani düşündüğünü düşünen insan diye yanıtlanır. İnsan, sonsuzluğun içinden süzülüp gelen 4.5 milyar yaşındaki Dünya adlı gezegende 300 milyon yıllık canlılığın türevidir. 7 milyon yıla kadar tarihlendirilen insan türü, 2 milyon yıl önce evrimleşmeye başlar, 1.5 milyon yıl süren ayağa kalkma sürecinin ardından Homo Erectus’a dönüşür. 500 bin - 100 bin yılları arası Homo Erectus sahnededir; Homo Sapiens Sapiens’in 50 bin ya da 70 bin yıldır sahnededir. Son 10 bin yıldır tarım devrimiyle birlikte de kendini tehlikelerden uzakta güven içinde hissederek besleniyor, uyuyor ve sevişiyor. Bu konforun şüphesiz bir maliyeti var; o da: kurumsal bir yapılanma içinde yaşamak.
Uygarlık Belleği: Sözlük - Etimoloji
Düşünmek eyleminin farklı dillerdeki etimolojileri için ortak belleğimiz, anlama referansımız olan sözlüklere bakalım. Türkçenin etimolojisinde düşünmek, düş’ten, düş görmekten geliyor; bütün canlılar rüya görürler; insan da. Rüya ile düş eşanlamlı kullanılsa da “düş”ün iradi bir eylemin sonucu olduğu söylenebilr. Eylemin Arapçası da İngilizcesi de tıpkı Türkçede olduğu gibi düş ya da rüya görmekten türer.
Kelimelerle değil kavramlarla düşünürüz. Düşünmek, ki hiç şüphesiz insansal anlamda düşünmek, kavramlarla gerçekleşir; eşdeyişle tek teklerden yola çıkarak soyutlamakla. İnsanı, diğer türlerden ayıran bu özellik ya da yeti, kültürün de yaratıcısıdır. İnsanın kültürel bir özneye dönüşmesi aynı zamanda dilsel bir yolculuktur. Bu nedenle insanın insanlaşması, etik-politik bir özneye dönüşmesi dilsel varlığıyla özdeştir. Düşünmek, dilsel bir olgudur. Düşünmek, bağlantı kurmak, bu da günümüzdeki neuroscience ya da nörobilim, sinir sistemini konu alan bilimsel bir çalışma alanın konusudur.
Biyolojinin multidisipliner bir kolu olan sinirbilim, psikoloji, anatomi, moleküler biyoloji, gelişim biyolojisi, hücrebilim, matematiksel modelleme alanlarının kesişmesi olup nöronlar ve özelliklerini anlamak amacındadır. Bilinç, algı, davranış, bellek ve öğrenmenin biyolojik temellerini anlamaya yönelik sinirbilim kavramı, nobel ödüllü Eric Kandel tarafından tanımlanmıştır.
Günümüzde oldukça moda olan sinirbilim bulguları, olguya bakışımızda paradigmaya dönüşüyor ve mesele, maddi bir değişkene indirgenerek anlaşılıyor. İnsan beyni, yüz milyar nörona ve yüz trilyon snapsa sahiptir. 2 üzeri yüz milyar miktarında -yani sonsuz- bağlantı kurma kapasitesine sahiptir. Milyonlarca ya da milyarlarca hücrenin bir araya gelmesi insan etmiyor ise düşünmek olgusu da birtakım sinir hücreleri arasındaki elektriksel iletimlere indirgenemez. Çünkü düşünmenin ürünü bilgidir ve her bilgi Hayatı değiştirir.
Düşünmek: Cangılda Patika Açmak
İnsan, dille düşünür, dille kurar dünyasını ve o dünya içinde diliyle yaşar. İnsan, düşünerek, inanarak yeni connectomlar (bağlantı) oluşturur; insan, hayatını düşünmekle yani bağlantılar kurarak sürdürür. Düşünmek, bağ kurma; beyin, saniyede milyonlarca bağlantı kurabilen bir organ; insan hangi ilişkiyi kuruyor ise gerçeklik o olur. Gerçek/lik nedir? Düşünmek, imgelerle gerçekleşen bir olgu tıpkı rüyalar gibi. Düşün iradi olanı, logosça anlamlandırılır; anlamlandırılan düşünmenin bilgiye tercümesinden gerçeklik doğar. O halde gerçekliği var kılan ya da varedenin düşünme olduğu söylenebilir: Gerçeklik, düşünmenin bir tür türevidir.
Her ne düşünüyor isek onu anlamlandırır, rasyonalize eder o yönde davranırız. Düşünmemiz
yani kurduğumuz bağ, beynimizin cangılında patika açar; sürekli “öyle” davranırsak (neuroplasticity) o genel bir kavrayışa dönüşür; anayol haline gelir. Örnek: İngiltere’de Brexit sürecinde post-truth örnekleri arasında da gösterilen fake news denilen otobüslerle Türklerin İngiltere’ye geleceklerinin sürekli işlenmesi. Burada Hitler’in propaganda bakanı Goebbels'in şu sözü de anılmaya değerdir: “Kullandığınız yalan ne kadar büyükse ve ne kadar sık söylerseniz inananı o kadar çok olur.”
Felsefe ve daha çok sanatlar, kanaatimce belli türden bir kavrayışın anayola dönüşmesini engelleyen sigortadır. Bağnazlık, köşeli düşünmektir; “başka türlü de olabilir” dememektir. Oysa her olgu durumunda sonsuz başka türlü olabilirlik söz konusudur. Sonsuzluk oradadır. Onu görecek olan gözün ardında düşünme -eleştirel düşünme de diyebiliriz- olmadıkça sığlık, sığlığın neden olduğu kötücüllük kaçınılmazdır.
Düşünmek söz konusu olduğunda Yapay Zeka (Artificial Intelligence) güncel bir tartışma konusu. Düşünme üzerine düşünmemizi, Latince qualia kavramını referans alarak sürdürelim. Qualia, indirgenemez öznel nitelikler anlamına gelir. İnsan, taş değildir, ne ile karşılaşırsa karşılaşsın kimi etkilenimler yaşar, ki bu kaçınılmazdır. Yapay Zeka düşünüyor, analiz ediyor, problem çözüyor, değerlendiriyor, hatta karar veriyor; son zamanlarda tıp ve hukuk alanında kullanılmasına dair çalışmalar yapılıyor, tartışmalar yürütülüyor. Yapay Zekanın düşünmesi “qualia”sızdır; bu da burada kurulan bağın, üretilen bilginin etik içerimden yani anlamdan yoksunluğa işaret eder. Düşünmek, insanca düşünmek, qualia’yı gerektidiği gibi humanitas’ı (insancıllığı) da, urbanitas’ı da (kentliliği yani birlikte yaşamayı), universitas’ı da (evrenselciliği) gerektirir. Bunlardan bağımsız ya da bunları gözetmeyen düşünme, teknik, pragmatik, mekanik bir olgu; bunları gözetmeyen sürecin etik olması da beklenemez. Düşünme ve süreçlerinde etik boyut ihmal ediliyorsa buradaki kavrayış, en yalın ifadeyle kadüktür.
Her kavramın olduğu gibi düşünmenin de bir anlamı var ki bu yazı düşünme kavramına açıklık getirmeyi murad ediyor. Her kavramın tek tek kişilerde izdüşümleri var. Kişi, hayatla bu izdüşümlerin toplamı dolayımıyla bağ kurar. Felsefi iletişim, her kavramın duygu, deneyim, inanç ve bilgi gibi boyutları yanında bir imgesi olduğunu ileri sürer. Dört ayak bir araya gelir ve bir renk belirir, imge, işte beliren o renktir. Kişinin o kavramı nasıl yaşantılığıdır bir diğer deyişle. Kişiler, birer dil varlığı olarak topluluk içinde birlikte yaşarlar. Topluluk içinde birlikte yaşama dediğimiz, ilişkiler toplamıdır. İlişkilerin oksijeni iletişimdir. İletişim, iletileşmektir. İletişmek, ileti/ler aktarmak. İletişim, ilişkide gerçekleşir. İlişki, belli bir bağlam; bağlamdaki öznelerin birlikte yarattıkları bir varlık. İletişimin tarafı olan her özne bir anlam/a yani dil varlığıdır. Bu nedenle her birimizin bir dili vardır. Dilimiz bilincimiz, yaşayışımız, inanışımız, kavrayışımız, sevişimizdir. Dilimiz biz; biz, dilimiziz. Dilimiz, kavralar(ımız)dan örülü. Düşünme de bunlardan biri ama diğer bütün kavramları düşünebilmemizi sağlayan bir kavram.
Düşünmeyi nasıl yaşıyoruz? Düşünmeye dair duygularımız neler? Düşünme eylemimize eşlik eden duygularımız neler? İçimiz mi daralıyor, ferahlık mı hissediyoruz? Düşünmeyi nasıl deneyimliyoruz? Nasıl düşünüyoruz? Nasıl akıl yürütüyoruz? Ulaştığımız yargılara, verdiğimiz kararlara hiç şüphesiz düşünerek ulaşıyoruz ama nasıl? Düşünmeye dair inancımız ne? Düşünmenin bir işe yaramadığına, düşünmenin boş bir iş olduğuna yoksa düşünmenin özgürleştirici olduğuna mı inanıyoruz? Düşünme kavramına dair neler biliyoruz? Kapasitemizin sınırlı olduğu, düşünmenin salt zihinsel bir etkinlik olduğu gibi hepsi temellendirilmeye muhtaç bu bilgilerimiz neler? Peki bu dörtlünün (duygu - deneyim - inanç - bilgi) bir araya gelerek oluşturduğu imgemiz? Kavrama dair imgemiz, onu tüketişimizi, onu ve onun dolayımıyla nasıl yaşadığımızı gösterir.
Felsefi iletişim açısından düşünme kavramı üzerine düşünerek düşünmenin, önce kendimizin ardından iletişim halinde olduğumuz tek tek kişilerin anlam dünyalarındaki temsillerine kapı aralayabiliriz. Böylelikle düşünüleni de düşünen özneyi de mekanik bir varlık olmanın ötesinde düşünebilir, düşünebilmekten de öte hissedebiliriz çünkü düşünmek, anlama, anlamaya içkindir, tıpkı Hayat gibi.
Yazar: Metin V. Bayrak
Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!
Bizi takip etmeyi unutmayın: https://medium.com/@opusnoesis
Comments