Yazar: Metin V. Bayrak
Sıklıkla işitir, enine boyuna düşünmeden özneliğini başka pek çok yargıda olduğu gibi giyinip sahiplenir, koroya katılır, öznelerini çağırmış sesin daha da gürlemesine yakıt oluveririz: Nerde o eski bayramlar!
Şimdi bu yargıyı alalım, çözümlemeye çalışalım: Konuşan kişi, artık yetişkindir. Göreli bir deneyime sahip olduğunu düşünür. Pek çok bayram deneyimlemiştir. Deneyimlediği bayramları keyifle, mutlulukla hatırlamaktadır. Şu anda yaşadığı bayramların eski tadında olmadığını -yani ne keyifli ne de mutluluk verici olduğunu- savlamaktadır. Aynı zamanda bu yargıda kırılmanın ne zaman gerçekleştiği net biçimde ifade edilmemektedir.
“Eskiye rağbet (itibar) olsaydı bitpazarına nur yağardı.” sözü, maziye ezbere güzelleme yapanlara sıklıkla yanıt olarak verilir. Burada özlem duyulan bayramdan ziyade o bayramı hisseden ruh; bu ruh da çocukluk ruhu olsa gerek? Kültürlenme, insan yavrusunun yetişkine dönüşme süreci ya da yolculuğudur. Bu yolculuk, en çok duyguları tahrip edip zayıflatır. Dolayısıyla insanın düşünen bir varlığa evrilme sürecinde en çok hasarı duygular alır. Artık daha az hisseder, daha çok düşünürüz. Günümüz modern döneminde övülen düşünebilme becerisidir, hissedebilme değil. Oysa hepimiz için aslolan yani gerçek olan hislerdir. Düşünceler değil. “Hisler gerçek, düşünceler soyuttur. Hisler bize aittir ama düşünceler değil. Değişen, yanılan hisler değil düşüncelerdir.” sözü aynı zamanda hislerin, canlılığın kurucu öğesi olduğunu imler. İşte bu nedenle eski bayramlar diye söze başladığımızda bir özlemi dile getiririz. Bu özlem, hislere içkindir, hislerin kültürle hasarlanmamış ve asla geri getirilemez olanına özlemi de aşıp hasreti imler. Hislerimiz hasar gördükçe canlılığımız güç kaybeder. Akılla ikame etmeye çalışır, duygunun eksilmesinin asla dengelenemeyeceğini bilmeden girişiriz bu beyhude işe.
Büyürken yalnızca yaşımız değil sıfatlarımız da artar. Her sıfat benliğimize giydiğimiz yeni bir giysidir. Kat kat giydikçe rüzgarı da yağmuru da daha az hissederiz. Bir tür kalebent örer her biri bir araya gelerek. Dışarıdaki kuş sesleri, rüzgar, dalganın yumuşacık karayı okşaması… yerlerini çeşitli araçların dolayımıyla doğanın ya da dolayısz deneyimin replikalarının yeniden üretilmesine, filtrelenmesine bırakır. Özlem, parçası olduğumuz o canlılık evreninedir. Oysa büyüdükçe çalınır, alınır elimizden birer birer o katharik haller; ikamesi ise zamane ‘saygınlıklar’ ile sağlanmaya çalışılır. Büyümek, hislerimizin çalınmasıdır. Bu nedenle büyümeyi reddettiğimiz ölçüde canlılığımızı, bir duygu varlığı olmaklığımızı muhafaza edebiliriz.
Hiç biri çocuk değildir “Nerde o eski bayramlar!” diyenlerin. Yaşlanmak ya da yaş almanın en büyük habercilerinden biri de işte bu sözü söylemeye başlamaktır. Bayramların çocuklukla, büyük buluşmalarla temsili bundandır. O anlarda en yaşlılarımız bile çocuklaşıverir. Yaşı ne olursa olsun o ateş etrafında toplanan herkes eşitleniverir. Çember, o eşitlenmenin biçimidir aynı zamanda. Eşitlenerek toplulukta erir. Eşitlenmek, topluluğa sahip olmak, birin içinde kendin olarak erimektir. Her form kendi normunu üretir, birde erime de ruhu hafifletir. Bayram sevinci, işte o hafifleyen ruhun yaşadığı katharik halden başka bir şey değildir.
Çoktandır çocuklarda da eski bayram sevinçlerine rastlamıyoruz. Ulusal olsun dinsel olsun coşkusuzuz. Buruğuz deyim yerindeyse. Bayramlar yerleşik ekonomi-politikçe pazara tahvil edilmiş, içeriği zayıflamış. Takvimde adlar kalsa da artık “tatil”e dönüşmüşler. Ritüel olmadıklarından coşku da yaratamıyorlar. Bayram, topluluk ruhunda erimede gerçekleşen bir olguyken tatil, tüketildikçe var olabilmek, eğlenirken de tüketirken de kültür endüstrinin değirmenine su taşımak…
Şimdi felsefi iletişim kavramlarıyla, kişisel dünyamızdaki izdüşümleri belirleme yöntemiyle bayram kavramına bakalım. Muradımız, bir kişi olarak bayramı hangi yüzü ya da boyutuyla yaşadığımıza ışık tutmak. Kavram temizliği yaparak odaktaki kavramı nasıl yaşadığımızla yüzleşerek anlam sağlığımızı iyileştirip özgürleşmek… Bilincimizdeki her kavram, dört temel bileşenin birleşmesiyle anlam kazanır; bunlar: duygu, deneyim ya da yaşantılama, inanç ve bilgi. Yaşadığımız karşılaşmalarda sergilediğimiz duruşlara rengini verip blincimizi ören, Hayatımızı belirleyen kavramlarımızdır. Bayram kavramına rengini daha çok hangi bileşen veriyorsa onu o şekilde yaşıyoruz demektir.
Bayram, “Nerede o eski bayramlar!” diyenlerin sözleri yan yana dizilerek romantize edilir. Böylece o pek de belirli bir tarihi imlemeyen bayramlar belle epoque yani güzel dönem ya da altın çağ oluverirler. Eski bayramları belle epoque kılan, bayramın çocukluk/taki ortak duygumuzla, öznesi olup olmadığımızdan bağımsız deneyimlerimizle özdeşleşmesidir.
Etimolojilerine baktığımızda bayram, tatil, festival sözcüklerinin benzer anlamları olduğunu görürürüz. Bayram gününü imleyen “festival”in “neşe, coşku”nun yanında “şölen için uygun; kutsal, muhteşem, neşeli, mutlu” anlamları; Türkçede ise bayram (badrām) “neşe, coşku” sözcüğü ile eş kökenli; Orta-Farsçada neşe, huzur, mutluluk, sükûn anlamları vardır.
Türkçeye Fransızcadan geçen “dini tören veya tören, gelenek” anlamlarına gelen rituel, Türkçede ayin ile karşılanır. Bayram, topluluk halinde yaşayan türümüzün ayinidir.
Türümüz bireysel değil. O nedenle ateş başında güvenli bir ortamda karnımızın tokluğu ile nasıl ritüellere girişmişsek, bugün bayram ya da festival dolayımıyla yine ateşin etrafında toplanıyoruz. Bir grupla güvenli bir bağ kurunca akültüre oluyoruz. Hisler deryasında sörf ediyoruz adeta. Yaşam arzumuz, bir bakıma bu ve benzeri katharsis hallerini arama yolculuğudur.
Yeni ritüellere, ayinlere, bayramlara ihtiyacımız var. Bize mazideki o coşkuyu yeniden yaratabilecek toplanmalara. Tam da şimdi Sultanahmet'te Ramazan akşamları yapılan gösteriler turist eğlendiren animasyonlardan öte gitmiyorsa, yani müzeliklerse, eski bayramları aramak da nafiledir. Ama hala bedenimizde hissettiğimiz o gerçek yaşantıları hatırlamak, hatırlamakla kalmayıp aramak rehberimiz olabilir. Hisler en sahici eleğimiz, ölçümüz: Topluluk ruhunda güvenle erime duygumuz. Bayram, işte o erime halindeyken yaşadığımız hal.
Ayin, ruhun hafifleyerek arınmasıdır. Bu hal, hayata içkindir. Eğlenmeye de dansa da sevişmeye de sanata da. Katharsistir. Ateşin etrafında bir araya gelenlerin birleştiricisidir. Topluluk ruhudur. Birlikte yaşamayı estetize eder. O estetik biçim, bir aradaki tekil ruhları da disipline eder. Güvenlik, güzellikle birleşince en büyük İktidar doğar. Hiçbir ruhun gücü bunu sabote etmeye yetmez. O ruh, hayatın ruhudur. Her tekin ona teslim olarak büyütüp güçlendirdiği ruh. Çemberdeki her özne için o anın her zerresi sudur, havadır. Erken doğan insan yavrusunun sıkışan ruhunun tahliyesidir. Bilinçdışına attığı doğasını çağırması, onunla yüzleşmesidir. İçinde eriyecek topluluğu olmayanlar, şiddete yönelir. Arınma, en çok estetizasyonla olanaklıdır. Topluluk ruhunun estetize edilmesinde. Bayram, toplulukla birlikte ruhumuzun estetize edildiği müşterek katharik ayinimizdir.
Bayrama ihtiyacımız var. Bayrama, o çok gerilerde kalan çocukluğumuza. Kısacası katharik ayinlere, içinde güvenle eridiğimiz halaylarla, semahlara, danslara... Hayatın ağırlığını bir süreliğine de olsa unutmaya, nefes almaya…
Çünkü kültür öldürür!
Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!
Bizi takip etmeyi unutmayın:
Comments