top of page

Ayna Üzerine


Yazar: Metin V. Bayrak



Tüm özneler, var olmak, bilmek, bilinmek için yekdiğerine ihtiyaç duyar. Bu diyalektik, tanrı için de insan için de geçerlidir. Tanrının bu ihtiyaçla kenz-i mahfî yani gizli hazine olarak tabiri hadis anlamında şöyle dediği rivayet edilir: “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım.” Goethe’nin “İnsan, kendini yalnızca insanda tanır.” sözü de insanın kendini bilmek ve/ya var olmak için türdeşi insanlara ihtiyaç duyduğunu imler. İnsan için öteki, kendi dışındaki evrende yer alan türdeşidir. Türdeşi ile birlikte kurduğu ben-öteki ilişkisi, doğası gereği taşla, ağaçla, rüzgarla kurduğu animistik ilişkiden farklıdır. Duygularımız, toplumsal bir hayvan olmaklığımıza içkindir. Duygularımız, kabileden dışlanmamak - kabileyi yönetmek arasında salınan evrimsel bir sarkaç olarak, atalarımızın bize hem hediyesi hem de mirasıdır. Kelimeler bulunana dek kokular, sesler, renkler, mimikler duygularla çözümlenmiştir. Duyguların kaynağı olan duyumlarımızı getiren organlarımız arasında gözlerimiz ile burnumuzun önceliği olduğu; bunlar dolayımıyla ötekini kavradığımız söylenebilir.


Gözler yalan söylemez.


Korkumuz, mahcubiyetimiz, arzumuz, sevincimiz gözlerimize yansır. Saklayamayız çünkü gerçektir. O nedenle kaçırırız gözlerimizi. İnsan, bir başkası ile göz göze gelir. Bu göz göze gelme, sevişmeyle sonuçlanabileceği gibi ölümüne bir kavgaya da sonuçlanabilir. Bakışlarımıza siner kim olduğumuz; çünkü kimliğimize içkindir bütün deneyimlerimiz, hayallerimiz. Hakikat, bakışta dile gelir. Ve bakış, bilincimizi aşar. Sezgiseldir aynı zamanda. İnsanın kültürelliğini imleyen aklını da aşar, ondan daha temellidir. Çünkü doğa(sa)ldır. O nedenle sahicidir. Sahici olduğundan da anlam dünyamızı kuşatır halesiyle. O anlık bakışmalarla başlar dostluklar da aşklar da.


Aynayla tanışmanın, insanın kendini, o bitimsiz evreni tanıması için başka insanlara ihtiyaç duymadığı bir kırılma anı olduğu söylenebilir. Ayna, insanın var olmak için ihtiyaç duyduğu öteki(nin) yerine kendisini koymasına vesile olur. İnsanın kendinde kendini görebilmesi de hiç şüphesiz büyülü bir andır. Peki insanın kendini kendinde görmesi ne demek?


İnsanın aynada kendini ötekinin dolayımına ihtiyaç duymadan görebilmesi, deyim yerindeyse kendini temaşa edebilmesi, kendini, kendisi için arzu nesnesi olduğu kadar korku nesnesine de dönüştürebilmesine neden olur. İnsanın kendini arzulamasına egoseksüel, kendinden korkmasına ise egofobi denebilir. O yeterince anlamlandıramadığımız diyalektikten yoksun özbakışım, ayna nöronlarının açımlanmasından çok kastre olmasına neden olabilir. Kendinde kendini keşfetmek bu bakımdan olanaksız gibi görünür. Ötekiyle karşılaşmada kurulan göz temasını arayan kişi, kendiyle göz göze geldiğinde yaşadığı karşılaşmanın farklı olduğunun bilincindedir ama ne olduğunu yeterince anlamlandıramaz. Bir tür bocalama durumu söz konusu olur. Kurtulmak ister bu anlayamamanın yarattığı nefessiz halden. Tanrısal bir ışık, bu donma halini aşmasını sağlar. Tanrısaldır çünkü bilinci, kendiyle karşılaşmasında yeniden karılır; tanrı, işte bu karılmadan (da) doğar. Artık var olmak için ötekine, ötekilerinin gözüne ihtiyaç duymaz. “Öteki için nesne”den “kendi için özne”ye, yani tanrıya, tekil özneye dönüşür. İnsanbiçimli (Antropomorfik) tanrı kavrayışının kaynaklarından biri de budur denebilir.


Kendisiyle karşılaşan insan, var olduğunu anlamak için ötekine ihtiyacı olmadığı sanrısına kapılır. Bu sanrı, onu türselliğinden, yani topluluk halinde yaşayan bir varlık olmaktan uzaklaştırır. Bu hal, insanın bir tür kibir, megalomani, kendi kendine yeterlik boş-duygusuna kapılmasına da kaynaklık edebilir.


İnsanın cehennemi belki de kendisiyle yüzleşmesidir. İnsan, sudaki aksini ilk kez gördüğünde olan nedir? Bu karşılaşma ne anlama gelir? Peki, karşılaşan tamam da, sudaki yansımada karşılaşılan kişi kimdir? Sahi, kişinin gerçekte/n gördüğü kimdir?


Kendini hiç görmemiş biri, ilk defa kendiyle karşılaştığında ne görür, kimi görür? Bunlar, hiç kuşkusuz, yanıtlanması güç sorular. Belki mitolojideki Narcissus hikayesi ışık tutabilir böylesi karşılaşmalara. Aynaya yani sudaki aksine bakan Narcissus, gördüğü şeye büyülenir, aşık olur adeta. Onun gözlerine baktıkça yansısı da ona bakar, birbirlerinin gözlerinde kaybolurlar. Birlikte zamanın dışına çıkarlar. Kaldı ki aşk, bir tür zaman ve mekanın dışına çıkmaktan başka nedir ki! Musaların (esin perileri) kulağına fısıldamalarına pek de anlam veremeyen Narcissus, sudaki suretinde o oluşturamadığı anlamın nesnesini bulur: Aşık olur ona. Kendinden geçer, o gözlerde kaybolur, baktıkça daha çok bakmak ister, kendine bakan gözlerin içinde sonsuzluk evrenine bırakır kendini, yaklaşır, yaklaşır… ve kavuşur. Kavuşması ölümdür çünkü o gözler onu kendine daha çok çeker, suda boğulur. Narcissus’un ölümünden nergiz çiçeği doğar. Ne zariftir, sevgilinin o doyulamaz kokusu gibi eşsiz. Bu mitik hikaye, insanın, kendinde kendinden geçmesini de anlatır.


İnsan, aynada gördüğü ile görmek istediği varlık arasındaki mesafeyi aşmaya ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, gerçekliğin reddidir bir bakıma. Çünkü, gerçek, aynaya yansıyandır. Gerçek olmayan ise, o aksi reddeden kişinin bakışı, yargısı, beklentisidir. Ayna, gerçeği olduğu gibi gösterebilir, onu eğip bükebilir de. Kendini eksik, kusurlu gören biri, aynada tam da karşısındaki görüntüyü değiştirmek ister: gözlerini kapar, fantazyasındaki kişiyi imgelemine getirir. Böylece insan, gözlerine indirdiği perdeyle, o çekilmez, kaçmak istediği gerçeklikten fantezi dünyasına hicret eder. Lider, şeyh gibi kişiler, hicret edilen yerde giyilen birer persona, kıyafet ya da özdeşleşilen kimliktir. İnsanın aynada gördüğü görüntü ile kendi arasındaki makas ne denli açıksa hicreti de o denli uzun; özdeşleştiği kişilik de o denli gerçeklikten -zaman ve mekanın- uzak olur. İnsanın, her ne kadar önünde hazır, konfeksiyon personalar olsa da fantezide yaratma eyleminin öznesi kendisidir. Oysa, kişi, bu eylemi/ni, araçsallaştırdığı lidere, şeyhe, özdeşleşmek istediği insana atfeder. Böylece ona bağımlı, deyim yerindeyse onun kölesine dönüşür. O halde? Aynada karşımızda ‘olduğu gibi duran’ kimdir? Yansı ile yansı kaynağının göz göze gelmesinde ayna nöronları nasıl işler? Kayak, yansının fantazya mı gerçek mi olduğunu ayırt edebildiği ölçüde özgürleşebilir.


Hakikat özgürleştirir.


Sahi, çıplak biçimde gerçeklikle ne zaman karşılaşacağız, daha sert bir ifadeyle yüzleşeceğiz? Yüzleşmek ama özdeşlik ilişkimiz olmayan “ötekiler” ile. Hakikatle aramıza çekilen -en çok da kendimizden kaçarcasına çektiğimiz- perdeleri, örülen duvarları çekip almak, yıkmak, yıkmaya gücümüz yetmiyorsa da turmanıp duvarın ardında, perdelerin gerisinde neler olduğuna bakmak zamanı. Bakmak, cesaret çünkü cesaret, olanla olduğu gibi yüzleşebilmek. Şimdi aynaya bakmak zamanı!


 

Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!


Bizi takip etmeyi unutmayın:



Özsaygı Üzerine

Hani sıkça anar, hepimiz bilir, hakkını verir, hepimiz yerinde bir söz diye dinler, uygun olduğunu düşündüğümüz bağlamlarda da kullanırız.

Bayram Üzerine

Sıklıkla işitir, enine boyuna düşünmeden özneliğini başka pek çok yargıda olduğu gibi giyinip sahiplenir, koroya katılır, öznelerini çağır..

Comments


bottom of page